Muhammed Ali'nin 5 Zafer Sırrı


Bence Muhammed Ali’nin uzun bir giriş paragrafına hiç mi hiç ihtiyacı yok. Bir amatör olarak Olimpik madalyayı kazandı. Ardından üç kez Dünya Ağır Sıklet şampiyonu oldu. 1999’da BBC tarafından yüzyılın sporcusu ilan edildi. Peki, bu muhteşem spor adamından, tüm zamanların en iyi boksöründen biz ne öğrenebiliriz? İşte yumruklarıyla, sadece rakibin oluşturduğu duvarları değil, zihinlerimizdeki duvarları da yıkan Muhammed Ali’nin, kendi sözlerinden faydalanarak derlediğim 5 başarı sırrı:

1-    Risk al
“Risk alacak cesareti olmayan kişi, hayatta hiçbir şey başaramaz.”

İstediğinizi elde etmek için, risk almak zorundasınız. Bu elbette zaman zaman korkutucu olabilir. Bu korkuyu yenmek için ilk adımı nasıl atabiliriz ve nasıl risk alabiliriz? Bu konuda basit bir çözüm önerim yok maalesef. Ama size ufak birkaç tavsiyem olabilir:

Gerçekten ama gerçekten iste: Bir şeyi gerçekten ve derinden istediğiniz zaman, engelleri aşmada kullanacağınız içsel direnç gücünüz artacaktır. Başarmaya motive olduğunuzda, alacağınız riskin korkutucu yüzü, sizin başarma arzunuz yanında küçük kalacaktır.

Kendine sor: “En kötü ne olabilir?”: Risk aldığımızda çok kötü şeyler olacağına yönelik kafamızda negatif fantaziler, kocaman canavarlar yaratırız. Ama korktuklarımızın %90’ı gerçekleşmez. Endişelerinizin, gerçek hayatta şimdiye dek başınıza gelenlerden ne kadar büyük ve abartılı olduğunu kendinize hatırlatırsanız, zamanla kaygılarınızın azalıp hafiflediğini göreceksiniz.

Kendini sonuçtan isole et: Risk almanız gerekiyorsa, o an için sonucu düşünmeyin ve yapacağınız şeye odaklanın. Böylece kendi üstünüzde daha az baskı ve kaygı oluşturursunuz. Performansınız yükselir, başladığınız işten daha iyi sonuç alırsınız. Çünkü tüm dikkatiniz o işe yoğunlaşmıştır ve kendi yarattığınız negatif düşünce ve şüphelerden yakanızı kurtarmışsınızdır.

2-    Kendini sabote etmekten ve içsel engeller yaratmaktan vazgeç
“Seni yoran tırmandığın dağ değil, tırmanırken omuzlarında taşıdığın çakıl taşlarıdır.”
Bazen kafamızda öyle düşünceler yaratırız ki, bunların bizi ne denli engellediğini, önümüzde nasıl aşılması güç yığınlar oluşturduğunu fark etmeyiz bile. Beynimizde ilmik ilmik örülen kördüğümün gerçek olduğuna inanırız. Burada ılımlı bir perspektif kazanmak için kendinize şunu sorun: “Olabilecek en kötü şey nedir?” Bundan sonra, bu en kötü durum senaryosunun gerçekleşmesi halinde uygulamak üzere bir plan yapın.
Bir diğer yöntem de, en “doğru” olduğunu düşündüğünüz neyse, mümkün mertebe onu yapmaya çalışmaktır. Niçin? Çünkü bu durumda kendinizi doğru şeyleri yapan ve dolayısıyla da iyilikleri hak eden bir kişi olarak görürsünüz. Kendi kendini sabote etme, genellikle istediğinizi elde etmeye hakkınız olmadığı fikrinden kaynaklanır. Hal böyle olunca, kendinizi arzuladığınız başarı noktasının gerisine çekmek için önünüze duvarlar örmeye başlarsınız. Bundan kurtulmanın yolu, “doğru” olandan şaşmamak, böylece hedefinizi hak ettiğinize kendinizi ikna etmektir.

3-    Olumlu bir iç ses geliştir
“Ben en iyisiyim; bunu öyle olduğunu öğrenmeden önce de söylüyordum.”
Sürekli kendinizle ilgili negatif düşünceler içindeyseniz, hedefinize ulaşmak hem acı verici hem de bir anlamda imkansız olacaktır. Olumlu bir iç ses geliştirmek hayati önem taşır. Öncelikle zihninizden geçen düşüncelerin kalitesini görüp, negatif düşüncelere güçlenmeden “dur” demeyi bilmelisiniz. İç sesiniz bulaşıcıdır; kendi kendinize söylediğiniz şeyler hissettiklerinize de yansır. Hatta bazen iç ses, yüksek sesle söylediğiniz şeyleri de bastırarak onlardan daha tesirli olur. 
İletişimde bir sosyal geri besleme döngüsü vardır. Siz kendinizi nasıl görüyorsanız, insanlar da bir süre sonra size öyle davranmaya başlarlar. Mesela kendinize saygı duymuyorsanız, diğerlerinin size saygı duymasını bekleyemezsiniz. Olumlu iç ses geliştiren bir kişi ise özgüveni yüksek ve pozitif biri olarak algılanacak, kendisine de öyle davranılacaktır. Sürekli karamsar olan ve kendi kendinden şikayet eden bir kişi, insanları zamanla kendinden uzaklaştıracak, kimse onunla vakit geçirmek istemeyecektir.
Görülüyor ki, sosyal iletişim döngüsü, gün içinde söyleyip de inanmadığımız şeylerle değil, kendimiz hakkında ne düşündüğümüzle ilgilidir. Bu yüzden, bir önceki maddede olduğu gibi “doğru” olan neyse onu yapmak zorundayız; çünkü gerçek yaşam tecrübelerimiz, kendimiz hakkında ne hissettiğimizi, dolayısıyla iç sesimizin niteliğini belirler.

4-    Hiçbir şeyi fazla büyütme
“Boks sadece mesleğim. Çimenler uzuyor, kuşlar cıvıldıyor, dalgalar sahili dövüyor. Ben de insanları yumrukluyorum.”
Böyle düşünerek pozitif bir öz-benlik imajı oluşturabilirsiniz. Ama unutmayın ki, aşırıya kaçmamak, egoyu şişirmemek, küstah ve kibirli olmamak gerek. Kendiniz dışındaki güzelliklere kayıtsız kalmayın, yaşamın muhteşem dengesini hissedin, sadece benliğinizi düşünerek kendi içinizde kaybolmayın.
Diyelim ki ben çok okurum olduğu yönünde yüksek bir ego oluşturdum. Bir süreliğine kendimi iyi hissederim. Fakat er ya da geç egom öyle şişer ki, benim zararıma işlemeye başlar. Kendimi öyle yükseklerde görürüm ki, insanlar söylediğim bir şeyi sorguladığında kendimi son derece kaygılı ve tehdit altına hissederim. Çünkü abartılı bir öz-imaj oluşturmuşumdur. Bunun yerine abartılı değil ama pozitif ve tutarlı bir öz-imaj oluşturup, aynı zamanda faydalı yazılar yazmak, bir sürü okura sahip olmak da mümkündür.
Bir şeyin zor olduğunu düşünürseniz, öyle olmasa bile bir süre sonra gerçekten zor ve karmaşık bir hal alır. Yeniden beyninizde canavarlar besleyip büyütmeye başlarsınız. Egonuz bir yandan bu işin büyük ama çok büyük bir iş olduğunu söyler; çünkü bu aynı zamanda onu yapacak olan sizin de büyük ama çok büyük olduğunuz anlamına gelir. Başta keyif alabilirsiniz, ama bu his zamanla içsel bir baskı oluşturur ve yaşamı sizin için daha güç ve keyifsiz bir hale sokar.

5-    Başarı için duygusal kaldıracını kullan
“Yenilginin ne olduğunu bilen insan, ruhunun dibe vurmasıyla birlikte kazanmak için ihtiyaç duyduğu gücü toplayarak yeniden yükselir.”
Şu an bu yazıyı okuyor ve kişisel gelişim adına bir şeyler yapıyorsanız, muhtemelen bir şeyleri değiştirme derdindesiniz. Ya da dibe vurdunuz ve güçlenip yükselme çabaları içindesiniz. Muhammed Ali’nin dediği gibi, dipte yükselmek için gerekli kuvvet ve enerjiyi bulacaksınız.
Bir zamanlar çok kilolu ve sağlıksızsanız, bir daha o günlerinize dönmek istemezsiniz. Ya da yığınla borcunuz birikmişse ve ödemek için çok uğraşmışsanız, bir daha o günleri yaşamak istemezsiniz. Yeterince sıkıntı ve güçlük çekmişseniz, sizin için değişimin çanları çalmaya başlamış demektir. Eski kötü günlere bir daha dönmemek için korku ve tedirginlikle yaşayın demiyorum. Ama sık sık hatırlayın ki, önceden nasıl zorluklar yaşadınız ve bir şekilde onları aştınız. “Evet, şu anda da bazı şeyler zor olabilir. Ama bu durum geçici. Kesin olan bir şey var ki, şimdi hayat geçmişte olduğundan daha iyi…” deyin kendinize. Zor zamanlar yaşanırken hiç de keyif vermezler bize, ama unutmayın ki onlar yükselmek ve başarmak için en büyük tecrübemiz, kaldıracımız olacaktır.


Judonun Türkiye'deki Gelişimi


 Judo, ülkemizde 1960'lı yıllarda Askeri ve Polis Okulları ile Komanda Birlikleri'nde yapılmaya başlandı. 1962 yılında Japonya'ya güreş antrenörü olarak giden Halil Yüceses orada judo eğitimi aldıktan sonra dönüşünde Eminönü Denizcilik Lokali ve Fatih Güreş Kulübü'nde ilk judo çalışmasını başlattı. Daha sonra Üsküdar Anadolu Kulübü'nde Halil Yüceses ile birlikte Namık Ekin, bu çalışmalara devam etti. Judo sporu 1964 yılında önce Güreş Federasyonu'na bağlandı, 1966 yılında ise bağımsız bir federasyon oldu. Judo Federasyonu'nun kurulmasının ilk başkanlığına da Hakkı Isıgöllü'nün atanmasının ardından 1967'de ilk Türkiye Şampiyonası düzenlendi.


1969-1979 yılları arasında Judo ve Taekwondo, 1980-1990 arasında ise Judo ve Karate Federasyonu olarak faaliyetlerini yürüten federasyon, 1990 yılından itibaren Judo Federasyonu adı altında hizmet verdi. Kuruluşundan 1993 yılına dek atama ile göreve gelen Federasyon Başkanları bu tarihte çıkarılan yönetmeliğe göre seçimle görev almaya başladılar, ilk seçimlerde Natık Canca Judo Federasyonu Başkanı oldu. 1964 yılında Halil Yüceses, Rıza Doğan, Mucahit Baymur, Nazım Canca, Ergun Göktuna gibi hocalar judonun yayılması için faaliyet gösterirken, Hollanda Kral Signel Deniz Assubay Okulu ve Milli Türk Talebe Birliği'nde daha sonra judonun gelişmesinde öncü rol olan Namık Ekin, İbrahim ve Aydın Öztek, Feridun Yenisey, Feridun Başaran gibi sporcuları çalıştırdı. 1968 yılında Fransiz Michel Novovitch'in Türkiye'ye antrenör olarak gelmesiyle modern judo başladı. 1969 yılında Japon Kültür Derneği'nin girişimiyle Vaseda Üniversitesi'nden Yoşimura ülkemize gelerek, kadokan stilinin gelişmesine yardımcı oldu.


1970 yılında gelen Güney Koreli Ra Soo Cho, ilk resmi müsabaka olan 1971 Akdeniz Oyunları'na milli takımı hazırladı. 1974 yılında Japon Yodoya ülkemize gelen bir diğer önemli yabancı hoca oldu ve 1975 Akdeniz Oyunları'na katılan ekibimizi çalıştırdı. Namık Ekin, 1970 yılında ABD'de elde ettiği Teksas Şampiyonluğu ile yurtdışında madalya kazanan ilk sporcumuz oldu. 1971 yılında düzenlenen İzmir Akdeniz Oyunları'nda ilk resmi müsabakaya katılan judocularımız büyük başarı göstererek 5 sıklette 5 madalya kazandılar. (63 kiloda Ali Demir bronz, 70 kiloda Süheyl Yeşilnur gümüş, 78 kiloda Namık Ekin bronz, 95 kiloda Kamil Korucu gümüş, +95 kiloda Ali Berber bronz madalya). İlk kez 1975 yılında İstanbul'da yapılan Balkan Şampiyonası'nda 63 kiloda Adnan Özmen altın madalya alırken, ekibimiz 3'lük elde etti. Aynı yıl Cezayir'de yapılan Akdeniz Oyunları'nda Ali Demir 71 kiloda gümüş, Adnan Özmen 63 kiloda bronz madalya kazandılar. 1980'de İstanbul'da yapılan şampiyonada erkeklerde Süheyl Yeşilnur 78 kiloda birinci geldi. 1985 yılında İzmir'de düzenlenen Balkan Şampiyonası'nda bayanlarda 48 kiloda Bilge Papakçı, 52 kiloda Bedriye Ersan birinci gelirken 1987 yılında ülkemizde ilk kez Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Bölümü'nde judo bilim dalı kuruldu. 1988'de Atina'da yapılan şampiyonada erkeklerde 71 kiloda Alpaslan Ayhan ve 78 kiloda Temel Çakıroğlu şampiyon oldular. 1989'da Romanya'da düzenlenen Balkan Şampiyonası'nda Veli Yılmaz 95 kiloda altın madalya alırken, 1990 yılında İzmir'de yapılan Avrupa Şampiyonası'nda genç bayanlarda Hülya Şenyurt 48 kiloda, Gülten Eyüpoğlu ise 66 kiloda ve 72 kiloda Belgin Karaaslan altın, Gamze Sakızlıgil ise 66 kiloda bronz madalya kazandılar. Aynı şampiyonada erkeklerde Haldun Efemgil 60 kiloda, Yavuz Yolcu 65 kiloda ve Alpaslan Ayan 71 kiloda Balkan Şampiyonu oldular. 1990 yılında Fransa'da düzenlenen Dünya Gençler Şampiyonası'nda Türkiye ilk kez bayanlarda Gülşen İntaş ile bronz madalya kazandı. 1991 Avrupa Gençler Şampiyonası'nda 2. olan Hülya Şenyurt, 1992 Barcelona Olimpiyatları'nda 48 kiloda bronz madalya alarak olimpiyatlarda madalya alan ilk bayan sporcumuz oldu. Atina'da yapılan Avrupa Şampiyonası'nda Hülya Şenyurt ile Akdeniz Oyunları'nda Tufan Durmuş, bronz madalya kazanırken 1993 yılında Tel-Aviv'de düzenlenen Avrupa Şampiyonası'nda 66 kilogramda Gamze Sakızlıgil ve Erkek Milli Takımı Avrupa 3.'lüğü elde etti. 1994'te düzenlenen Dünya Gençler ve Avrupa Gençler Şampiyonalarında 61 kiloda İlknur Kobaş altın madalya, Bektaş Demirel de bronz ve altın madalya kazandılar. 1995 yılında Japonya'nın Chiba kentinde düzenlenen Dünya Judo Şampiyonası 65 kiloda Bektaş Demirel ve açık kategoride Selim Tataroğlu dünya üçüncüsü olarak bronz madalya kazanırken, Türkiye şampiyonayı iki bronz madalya ile tamamladı. İspanya'da yapılan Avrupa Şampiyonası'da ise 61 kiloda İlknur Kobaş Avrupa Şampiyonluğu'na ulaşırken 72 kiloda Halil Bıyık Avrupa 3.'sü oldu ve judocularımız 1996 Atlanta Olimpiyatları'na katılmaya hak kazandı. Türk judosunun gelişiminde rol oynayan belli başlı yerli teknik direktörler 1967-1979 yıllarında Namık Ekin, 1979-1980'de İbrahim Öztek, 1980-1985'te Ali Demir, 1986-1989 yıllarında Selehattin Ünay, ülkemizde judonun gelişimine katkısı olan antrenörlerden en önemlileri, Adnan Özmen, Ahmet Kanbur, Sabahattin Zaimoğlu, Cihat Şener, Yılmaz Mesci, Aydın Öztek ve Ahmet Berkol'dur.

JUDO'NUN FELSEFESİ

 
Ju, yumuşaklık, esneklik, kibarlık, nezaket; Do, yol, prensip, düşünce anlamlarını taşır. Judo, bu iki küçük kelimecikten meydana gelmiş olup,esas karşılığı yumuşaklık yolu’dur. Ju’nun içindeki teknik ve fizik eğitimi vardır. Binlerce kez tekrarlanan teknikler refleks hale gelmedikçe kolay uygulanamaz. Kaba kuvvete yer yoktur.
 
 Do, işin tamamen felsefesidir. Ruh eğitimini içerir. Judo ustaları (SENSEI)öğrencilerine, eğitim süreci içinde doğruluk, nezaket, sabır, sevgi ve saygı kavramlarını öğretir. Zekayı geliştirici eğitim verir, ahlak hislerini kamçılar. Böylece kendine güven, nefse hakimiyet ve konsantre olabilme (düşüncenin tek bir noktada toplanması) duyguları geliştirir. Judo’da beden ve ruh gelişimi beraberce ele alınır.

 Teknik çalışmalarda başlıca prensip; “rakibe mukavemet etmeme” ve “kuvvete karşı koymama” dır. Bu arada kaldıraç, merkezkaç gibi az kuvvetle çok iş yapma esaslarına dayanan fizik kurallardan ve en önemlisi denge bozma işleminden yararlanılır.

Diğer önemli bir prensipde “şiddet kullanmama” dır. Bütün şiddet hareketleri Judo’da yasaktır. Judoka (judo yapan kişi) hasmına acı vererek değil, onu acı sınırının yanına getirecek üstünlük sağlar. Uzakdoğu sporlarının içinde tek olimpik spor olması nedeniyle, ülkelerin madalya stratejileri içinde önemli yer tutan Judo sporunda son yıllarda sporcularımızın aldığı madalyalarla birlikte Türkiye de bu sporda söz sahibi olması gurur kaynağımız olmuştur.
           
Judo sporunu ülkemizde ücretsiz ögrenme imkanı olduğundan, yaş sınırı tanımadığından ve hemen hemen tüm illerde kapalı spor salonlarında yapıldığından, yarışma ve hobi sporu olarak oldukça yaygındır. Bu sporu yapmak isteyen yada veli durumunda olan kişiler bulunduğu ildeki Gençlik ve Spor İl Müdürlükleri’ne başvurduklarında kendilerine gerekli izahat yapılacaktır.

KENDİNİZE ÖZGÜ HEDEFİNİZ OLMALI


Diğer Judoculara baktığımızda yeni başlayanlarda bile belirli hedefler vardır. “Bu gün 300 uchi komi yapacağım” veya “Bugün 20 kişi ile randori yapacağım” veya “Bugün çok ağır çalışacağım” derler.
Kulağa hoş geliyor ama tam tamına belirli, özel yeterli bir yönlendirme değil bunlar. Her Dojo antrenmanında kendinize 
Bu gün bu antrenmanda benim özellikle, belirli görevim ne? 
 Ne kazanacağım? diye sormalısınız.
 Ne  kadar zaman neyi çalışacağım?
 Ne çalışmam lazım, eksik, zayıf yönüm ne?
 Neye öncelik vermem lazım? diye belirli özel çalışmalar yapmalısınız. (Bilinç altı kurgulama!).